BEŞİKTAŞLI OLMAK
Şimdi
yoldan geçen birini çevirsem ve ‘’Beşiktaşlı olmak nedir’’ diye sorsam
muhtemelen vereceği cevap -eğer Beşiktaş'lı değilse- ‘’Başka bir takımı
tutmayıp Beşiktaş'ı desteklemek’’ olacaktır. Denk geldiğim kişi eğer
Beşiktaş'lı ise bunun haklı gururu içinde neden Beşiktaş'ı tuttuğunu ve
Beşiktaş'lı olmanın kendi açısından geçerli sebeplerini anlatacak, anlatacak,
anlatacak ama sonunu ‘’ Beşiktaş anlatılmaz abi yaşanır’a'' bağlayacaktır.
Ben
de kalkıp Beşiktaşlı olmak şöyle iyi, böyle güzel desem eminim kimse bir
şey anlamayacaktır. Nitekim herkesin tuttuğu kendinedir ve kendi takımları
diğerlerine göre en muhteşemidir.
Beşiktaş ne kendinden övgüyle bahsedilecek Avrupa başarılarına ne de müzelere sığmayan
kupalara sahiptir. Bu herkesçe de malumdur. Zira taraftarı da bunu
baştan kabullenmiş neyse ki sevinmek için sevmemiştir.
Peki
dillere destan başarıları olmadığı halde bir takım, nasıl olur da bu kadar
tutulur? Futbolcusu ayrı, taraftarı ayrı sakat bu takımda ne vardır da
seveni bu kadar çoktur? Nasıl olur da anasını, babasını,
karısını kocasını, çocuğunu gün olur reddeder de öldüğünde Beşiktaş bayrağı ile
mezara gömülür?
Anlatayım.
Ben
Kadıköy’de, Fenerbahçe mahallesinde büyüdüm. Nüfusa kayıtlı olduğum yer de hala
orası. Doğma büyüme Fenerbahçeliyim desem yalan olmaz. Mahalle de Fenerin dere
ağzı tesislerinin orada. Mahalleden ya da okuldan arkadaşlarla –’90’ların
başı- yakın olduğumuz için antrenmanları seyretmeye giderdik. Futbolcu abiler
de hepimizi tanır, yanımıza gelir hal hatır sorardı. Aramızdaki çoğunluk
renkliydi, siyah beyazlı olan ben ise tek. Nielsen vardı sarı, çok yakışıklıydı
kızlar paso onun için gelirdi.
İlkokulda
sevdiğim bir kız arkadaşım – Selen - vardı. Bu kızla teneffüs aralarında,
bulabildiğimiz en koca taşı bulur ve tek kale maç yapardık. Beşiktaş'lı olduğunu
öğrenince hem şaşırmış hem sevinmiştim. Hatırladığım kadarıyla o yaşlarda
bizden başka Beşiktaşlı da yoktu sınıfta. Ben de Beşiktaş'ı kimse
tutmuyor diye tutuyordum. Taraftarı yok diye üzülüyordum sanırım.
Bir
gün yine maç yaparken düşüp dizimi yarmıştım (İzi hala durur). Kendi çabamla
sardığım diz derste kanamaya başladı. Ama öyle böyle değil oluk oluk akıyor
kan. Sağ olsun kız aldı atkısını hocadan gizli dizimi sarmaya
başladı. Sonrasında hiç unutamadığım gün oldu, aklımda kaldı.
O
yıllar maçları genelde radyodan dinlerdik akşamları da TRT özet geçerdi.
Beşiktaşlı futbolcuları gördüğümde, duygusallığımın verdiği yetkiye dayanarak
galip de gelsek hüzünlenip ağladığım çok olmuştur.
Mahallede
halı saha maçları olurdu. Adam bulamayınca abim ve arkadaşları beni
kaleye koyardı. Kaleyi bana emanet ettikleri için kendimle gurur duyardım.
Ne bileyim yoksunluktan bana kadar düştüklerini. Neyse.
Bir zaman sonra mahalleye bizim yaşlarda Kaan diye bir çocuk taşındı. Önceleri sessiz sakin gelirdi bize, fazla muhatap olmazdık. Sonraları tanıştık kaynaştık falan. Gel zaman git zaman bu çocuk mahallenin vazgeçilmezi oldu. Oyunları o organize eder, kavga dövüş zamanları araya girip herkese hakkını teslim ederdi. Kimse de itiraz edemezdi. Sokak köpeklerinin çok olduğu yerlerden geçerken korkardım gideceğim yere kadar bana eşlik ederdi. Öğrendim ki o da Beşiktaşlıydı. Sanırım ona aşıktım. Anladım ki Beşiktaşlılık; mahallenin en yakışıklı, en zengin, en popüler çocuğuna aşık olmak yerine, en adil, en koruyucu çocuğuna aşık olmaktı. Ben sarışın sevmezdim ama sarıydı. Onu tercih etmemde sanırım Beşiktaş da biraz ağır bastı.
Okuduğum
ortaokul Fener stadının hemen yanındaydı. Tribüne adını veren o okulda -Kenan
Evren - okudum (Şimdi adı neyse ki İstanbul Anadolu lisesi oldu) maçlar genelde
gündüz oynanırdı ve maç günleri stada bakan sınıflarda ders olmazdı. Biz ya
pencerelere hücum eder maçı izler ya da okuldan kaçıp maçlara kaçak girerdik.
Maç öncesinde ise üstümüzde okul forması elimizde flamalarla, takım
otobüslerinin gelmesini beklerdik. Hem mahallede hem de okulda çoğu arkadaş
Fenerliydi. Kızların da çoğu kokoştu, sarıydı ve Galatasaraylıydı. Görüldüğü
gibi benim de renkli olmam için şartlar oldukça elverişliydi. Ama değildim.
Beşiktaşlıydım.
O
zamanlar okulda kızlar arasında halı saha turnuvaları vardı. Maçlara herkes
renklileriyle çıkardı ben yine tek.
Bir
gün – günlerden Çarşamba, yıllardan ’93- Fenerbahçe Beşiktaş kupa maçı var.
Ders öncesi kapıda takım otobüslerinin gelmesini bekliyoruz. Koca otobüsün dar
bir alandan geçeceğini ve ışıklara takılacağını bilirdik. Bu demek oluyordu ki
futbolculara el sallamak, şımarıklık yapmak bazılarımız için hareket çekmek
kadar vaktit vardı. Neyse baktım Beşiktaşımızın otobüsü geliyor.
Kıvrıldı otobüs ve durdu tam önümde. Oha baktım sergenin kulakları. Hemen
arkasında Feyyaz oturuyor. Göz göze geldik, bana göz kırpıp gülümsedi. Ben
ömrümde öyle güzel gülen adam görmedim. Bütün kadro oradaydı.
Ali, Metin, Recep, Rıza…Okullu bebeleri görünce cama yanaşıp
selam verdiler. Tabi yine herkes renkli ben tek.
Aha
fenerin otobüsü geldi, şimdi arka arkayalar. Tanju’yu gördüğümü ve bana bakıp
garip hareketler yaptığını hatırlıyorum. Bu hareketlerden anladığım,
Beşiktaşlılığı hiç yakıştıramamış bana. Umurumda mı? Salla.
Beşiktaş’ımızın
otobüsü yavaş yavaş gidiyor ve ben hızlı hızlı koşuyorum arkasından. Ne koşmak
ama.
O
gün heyecan nedir, gurur nedir, mutluluktan ağlamak nedir? deneyimleyerek
öğrendim ve o günü hiç unutamayacağımı yine o gün anladım. O gün herkesin
rengarenk flamalarına karşı bir inattım. Ve o gün futbolcuların beni
alkışlaması ile taraftarlığımın onayını aldım.
Nah
değişirdi tuttuğum takım o saatten sonra.
Yıllar
geçti üzerinden ve şimdi anlıyorumki Beşiktaş, şu hayatta aklım ve kalbimin onayladığı tek
şeydir. Takım tutmak başka, Beşiktaş'lı olmak başkadır bizim için. Her takım
taraftarının kabul ettiği bir şey varsa eğer bizde, o da Seba’dan kalan
o duruştur. Ha alınmaca gücenmece yok aramızda yamuk çıkan var mıdır
vardır ama azdır. Beşiktaşlı olmak, bir takım taraftarından çok daha öte
olmaktır.
Kuraldır; Beşiktaşlıysan
eğer efendiliğini bozmayacak, şerefsiz şampiyonluklar yerine şerefli
ikinciliklerin ile gururlanacaksın. Şampiyonsan eğer rakibin acısı
varken zafer çığlıkları atmayacaksın. Rakip takıma verilen haksız kartlara önce
sen itiraz edeceksin. Derdin sadece sahada oynanan futbol olmayacak,
memleketin derdiyle de dertleneceksin. İsyanın haksızlıklara karşı olacak ve
bunu tribünlerden haykırmaya devam edeceksin. Futbol senin için asla sadece
futbol olmayacak. Her şeye ve herkese rağmen ' İLLAKİ VİCDAN''
diyebileceksin.
Sen ‘’Sesi gür vicdanı hür'' Beşiktaş taraftarısın. Sikimsonik cezalarla tribün
yasağı adı altında susturmaya yeltenseler de susmayacaksın. Herkesin sustuğu
yerde konuşan biri varsa o da sen olacaksın. Polisten önce Çarşıyı arayacak
adam tanıyorum lan ben bu ülkede. Velev ki Beşiktaşlısın, iş başa düşerse
gerekirse güvenliği de sen sağlayacaksın.
Beşiktaşı
Beşiktaş yapan şey başarılarla dolu geçirilen sezonlar değil, işte bu duruştur.
Bu duruşu asla bozmayacaksın. Bozmaya niyetlendiysen eğer yallah başka takıma.
Biz namağlup şampiyonluk yaşarken de Liverpool’dan hatırı sayılır golleri yerken de
hep aynıydık.
Hiçbir
zaman banko maç oynayamadık. 5-0 yeniyor olsak da, o son düdük
çalmadan galibiz diyemedik.
Yeri
geldi hakemlerden gol yedik, yeri geldi ''İnsan sevdiğine kızamazmış''
dedik, affettik.
Maç
izlerken tansiyon aletini, dil hapını yanımızdan hiç eksik etmedik. Buna
rağmen yine de ‘'Beşiktaş hayattır, hayatta Beşiktaş’’ dedik. Belki
de sırf bu yüzden, Ülke'nin en renkli takımı aslında bizdik.
Ali Lidar’ın Beşiktaşını okurken anladım ki Beşiktaş'lı
olmanın sebepleri farklı olsa da sonuçları hep aynıydı.
İlk kez itiraf ediyorum.
Beşiktaşlıyım; çünkü kanayan yaramı o gün bir Beşiktaşlı
sardı.
Beşiktaşlıyım; çünkü mahallede beni koruyup kollayan da
Beşiktaşlıydı.
Beşiktaşlıyım; çünkü Feyyaz o gün bana gerçekten çok güzel
güldü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder